Bu yazı, önceki yazının devamı niteliğinde, ayrılık kaygısı ve Ayrılık Kaygısı Bozukluğu (AKB) ile ilgili olacak. Hali hazırda pek çok ailenin en yoğun gündemlerinden biri okulların açılması. Her yıl okulların açılmasıyla birlikte, biz ruh sağlığı çalışanlarının en sık karşılaştığı sorunlardan biri AKB.
Ayrılık kaygısı bir yaşın altındaki bebeklerde görülen gelişimsel bir olgudur. Normal ayrılık kaygısı 9-18. aylar arasında yoğun olarak yaşanır ve ebeveynlerden ayrı kaldıkça güven hissinin gelişmesiyle birlikte giderek azalır. Geçici ayrılık kaygısı okula yeni başlayan çocuklar için normal kabul edilir.
Ayrılık Kaygısı Bozukluğu’ nun (AKB) temel özelliği çocuğun evden ya da evde bağlandığı kişiden ayrılmasına bağlı ortaya çıkan ve gelişimsel seviyesine göre beklenenden fazla düzeyde kaygısının olmasıdır. DSM-5’e göre AKB tanısı alabilmesi için bu durumun çocuklarda en az 4 haftadır devam ediyor olması gerekmektedir. Bu çocuklar, evden ya da bağlandığı başlıca kişilerden ayrılacak gibi olduğunda ya da ayrıldığında kaygı aşırı yaşarlar. Bağlandıkları başlıca kişileri yitirecekleri ya da bu kişilerin başına hastalık, yaralanma, yıkım, ölüm gibi kötü bir olay geleceğiyle ilgili olarak ve/veya bağlandıkları başlıca kişilerden birinden ayrılmaya neden olacak, istenmedik bir olay (örn. kaybolma, kaçırılma, bir kaza geçirme, hastalanma) yaşayacaklarıyla ilgili olarak sürekli bir biçimde aşırı tasalanma görülür. Kısacası, çocuk ana-babadan ayrıyken kendisine ya da ana-babasına zarar gelebileceğinden korkar. Bu çocuklarda sıklıkla yapışma davranışı, tek başına uyumayı reddetme, kabuslar gibi uyku sorunları ve baş ağrıları, karın ağrılar, bulantı, kusma gibi bedensel belirtiler görülmektedir.
AKB’ nin nedenlerine baktığımızda biyolojik faktörlerin ve sosyal öğrenme faktörlerinin (diğer bir ifadeyle ailesel özelliklerin) ön planda olduğu görülmektedir. Küçük çocukların yaklaşık % 15’inde yabancı ortamlarda ya da yabancı kişilerle karşılaştıklarında yoğun ve ısrarcı bir tarzda korku, utanma ve sosyal kaçınma şeklinde karşımıza çıkan ‘davranışsal ketlenme’ olarak adlandırılan durum vardır. Bu çocuklar ileride AKB, Yaygın Anksiyete Bozukluğu ve Sosyal Fobi gelişimi açısından daha yüksek risk altındadırlar. Anneyle çocuk arasındaki bağlanmanın niteliği de AKB gelişimi açısından önemlidir. Kaygılı bağlanmanın olduğu çocuklar daha yüksek risk taşırlar. Yapılan çalışmalarda AKB olan çocukların anne-babalarında depresyon ve kaygı bozukluklarının daha sık görüldüğü bildirilmiştir. Bu durum hem daha önce bahsedilen kaygılı bağlanma yönünden, hem genetik açıdan hem de sosyal öğrenme açısından çocukların kaygı bozukluğu gelişiminde rol oynamaktadır. Ebeveynlerin yabancı ya da beklenmedik çeşitli ortamlardaki uyaranlara verdiği yanıtlar çocuklara doğrudan model alma yoluyla istenmeden aktarılabilir ya da çocukların kaygılarını pekiştirebilir. Görüldüğü gibi biyolojik ve çevresel faktörlerin AKB gelişiminde birlikte rol almaktadır.
AKB neden olabileceği sonuçlar sebebiyle en kısa zamanda bir ruh sağlığı uzmanı tarafından değerlendirilmesi gereken bir olgudur. Tedavide çocuğun, anne-babanın ve okulun içinde olduğu çok yönlü bir müdahalenin yapılması gerekmektedir. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), ilaç tedavisi ve EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) tedavide en sık kullanılan ve çalışmalarda etkinlikleri gösterilmiş uygulamalardır.